Ashab-ı Karye, İslami kaynaklarda, geçmişte yaşamış, kendisine elçiler gönderilmiş olduğu anlatılan bir şehrin halkıdır.[5] Ashab-ı Karye, “şehir halkı” demektir.
Yasin suresinde anlatıldığına göre, Allah bu kavme iki elçi gönderdi.[6] Şehir halkı ilk iki elçiyi yalanlayınca Allah, onları üçüncü bir elçiyle destekledi. Elçiler, şehir halkına, kendilerinin tebliğ yapmak için gerçekten görevlendirilmiş elçiler olduklarını beyan etti.[7] Şehir halkı, onlarla alay ederek onların sadece kendileri gibi insanlar olduklarını, Rahman'ın bir vahiy indirmediğini savunarak, elçileri yalancılıkla suçladı.[8] Elçiler, onların şehre bir tebliğ görevi ile geldiklerini Allah'ın bildiğini ve kendilerine düşen görevin Allah'ın mesajını onlara açıklamak olduğunu belirterek şehrin onları tekzip etmesini reddettiler.[9] Bunun üzerine şehir halkı onları taşlamakla ve işkence yaparak öldürmekle tehdit ettiler.[10] Tehditlere rağmen elçiler tebliğe devam edip şehir halkını kötü davranışlardan ve putperestlikten çevirmeye çalıştı. Bir süre sonra şehrin en uzak bir mahallesinden bir adam koşarak tebliğin yapıldığı mekana geldi ve halkı uyardı. Onlara elçilere uymalarını ve Rahman'dan başka sahte tanrılara tapmamalarını öğütledi. Uzaktan gelen adam, elçilerin hiçbir ücret istemeden tebliğde bulunduğunu, onların tek isteğinin halkın doğru inanca dönüp kötülüğü bırakması olduğunu vurguladı. Uzaktan gelen adam şehir halkı tarafından öldürüldü ve cennete dahil edildi.
Maverdi'nin naklettiğine göre, ona kadar olan bütün müfessirler şehrin Antakya olduğunda hemfikirdi. Bu rivayete göre şehirde putlara tapan Antikos oğlu Antikos diye bir kral vardı. Allah bu şehre Sadık, Saduk ve üçüncüleri Şelum olan üç elçi gönderdi. Bazı kaynaklar ne Sadık ne de Saduk isimlerini aktarmadılar, bu gruptan bir kısmı elçilerin isimlerini Şem'un ve Yuhanna olarak verir. En-Nakkaş ise Sem'an ve Yahya isimlerini rivayet eder.
Meryem oğlu İsa, Antakya'ya önce ilk iki elçiyi gönderdi. İki Elçi, şehrin dışında, koyunlarını otlatan yaşlı bir adamla karşılaştılar. Bu şahıs, Habib-i Neccar idi (tam adı Habib bin Murrî olarak rivayet edilir). Marangoz (neccar), elbise ağartma işi (kassar) yaptığı veya dokumacı (nessac) olduğu rivayet edilir. Bir rivayete göre de adı Habib bin İsrail idi ve put yontma işi de yapan bir marangozdu. Elçiler, Habib'e İsa’nın elçileri olduklarını, kendisini Allah’a tapmaya davet ettiklerini söylediler. Habib, onlardan delil olarak bir mucize istedi. Onlar da, Allah’ın izniyle hastaları şifaya kavuşturduklarını söylediler. Deli veya yatalak bir oğlu vardı. Elçiler, oğlana dokunup iyileştirdiler. Habib-i Neccar bunun üzerine İsevilerin imanını kabul etti. Habib, birçok kişiye durumu anlattı ve Elçiler birçok kişinin şifaya kavuşmasına vesile oldular. Vehb ibn-i Münebbih’in rivayetine göre Habib, cüzzamlıydı. Yaklaşık yetmiş yıldır putlara tapıyor ve kendisini iyileştirmeleri için yalvarıyordu fakat iyileşmemişti. Elçiler, onun hastalığının iyileşmesi için dua ettiler ve ertesi gün Habib hiç cüzzam olmamış gibiydi. Bunun üzerine putları bırakıp İsevilerin dinine tabi oldu.
Elçiler daha sonra şehrin merkezine gittiler. Şehrin kralı, elçilere haberci yollayıp neyi tebliğe ettiklerini soruşturdu. Onlar “Biz İsa'nın elçileriyiz” dediler. Kendilerine “Peki âyetiniz (mucizeniz, deliliniz) nedir?” diye sorulunca, “Biz anadan doğma körü, abraşı ve hasta kimseleri Allah'ın izni ile iyileştirir, seni de bir ve tek olarak Allah'a ibadet etmeye çağırırız.” diye cevap verdiler. Vehb ibn-i Münebbih'e göre kral onları hapsetti ve onlara yüzer sopa vurdurdu.
İsa bunun üzerine onlara üçüncü elçiyi gönderdi. Bu elçi, İsevilerin lideri olan Şem’un-u Safa (Simun Petrus) idi. Şem'un, diğer iki elçiden farklı bir yol izledi. Hükümdar çevresine yaklaştı, onlarla yakınlık kurdu ve onların sevgisini kazandı. Bu arada diğer iki elçiyle olan gönül birliğini gizli tuttu. Hükümdar, bir süre sonra Şem'un'a, onun dinine tabi olmaya karar verdiğini açıkladı. Şem'un, bunun üzerine ona İki Elçi'yi hatırlattı. Kral, onların tebliğini kabul etmenin kendisine zor geldiğini bu yüzden onları hapse attığını itiraf etti. Şem'un-u Safa, onların huzura çağrılmasını rica etti. Kral, bunu kabul etti. İlk iki elçi kralın huzuruna geldiklerinde, Şem'un onlara, tebliğlerini kanıtlamak için delillerinin ne olduğunu sordu. İki Elçi, “Biz anadan doğma körü ve abraşı iyileştiririz” dediler. Bunun üzerine doğuştan kör bir çocuk getirildi. Çocuğun gözlerini açtılar. Yedi gün önce ölmüş birisi getirildi. Ölünün dirilmesi için iki elçi açıktan, Şem'un da gizliden dua etti. Ölü dirildiğinde, huzurda bulunanları iki elçinin ve Şem'un'un dinine uymaya davet etti. Şem'un'un gizli görevi aşikar olunca, misyonunu itiraf etti ve kendilerinin Mesih tarafından gönderilmiş üç elçi olduklarını ve kendilerini Allah'a davet ettiğini izah eden bir konuşma yaptı. Bunun üzerine kral, etrafındaki birçok kişiyle birlikte iman etti. Birçok Antakyalı da inkârda ısrar ettiler.
Hükümdar iman ettiyse de Antakya'nın çoğu iman etmedi. Üç yıl süre ile Antakya'nın yağmuru kesildi. Bu arada elçiler tebliğe devam ediyordu. İnkârcılar, elçileri, kendilerine uğursuzluk getirmekle suçladılar. Antakyalılar, eğer kendilerini uyarıp korkutmaya devam etmeyi bırakmazlarsa, işkenceyle veya taşlayarak onları öldürmekle tehdit ettiler. Elçiler de bu uğursuzluğun başlarına inkârlarından dolayı geldiğini dile getirdi.
Elçiler, on sene boyunca Antakya'ya tebliğde bulunmaya devam ettiler. Halkın Allah'ı inkârda direndiği bir sırada şehrin uzak bir yerinden Habib-i Neccar geldi ve onlara elçilere uymalarını öğütledi. İnkârcılar, Habib'e saldırıp onu öldürdüler. Bunun ardından Cebrail bir çığlıkla inkârcıları helak etti.[11]
Hammami'nin Yasin tefsirinde, Üç Elçi devrindeki Antakya'da Yunan hükümdarlarının büyüklerinden, Natîhîs adında bir kralın hüküm sürdüğünden bahsedilir.[12] Şehir halkının helak edilmesine karar verildiğinde, Cebrail, Antakya'nın kapılarından birisine gelip kapının kanatlarını elleriyle tuttu ve şehri önce salladı, sonra şiddetli bir çığlıkla Antakyalıları helak etti.[13]
İbn-i Kesir'in (ö. 1373) Yasin tefsirinde, Antakya'nın kralının adı Antîhas oğlu Antîhas oğlu Antîhas olarak nakledilir. Şehre gönderilen elçilerin adları ile ilgili farklı bir rivayette, ilk iki elçinin Şem’un-u Safa (Simun Petrus) ve Yuhanna oldukları, üçüncü elçinin ise Bulus (Pavlus) olduğu rivayet edilir.[14]
Fahreddin Razi'nin (1149-1209) Yasin tefsirinde, Antakya kralının ve onunla birlikte bir grup insanın, Üç Elçi'ye iman ettiği fakat halkın çoğunluğunun inkârda direndiğini ve şehirde üstünlüğün inkârcılarda kaldığını nakleder.[15] Râzî, ayrıca şunu vurgular: “Ayette bahsedilen şehir, Antakya olup, o zaman çok büyük bir şehir idi. Şu andaki büyüklüğü, önceki kadar değildir. Buna rağmen, yine de büyük sayılır.”
Abdullah Yusuf Ali (1872-1953), Yasin tefsirinde, suredeki öyküde anlatılanlarla Elçilerin İşleri'nde anlatılanlar arasında paralellik kurar ve üç elçinin Pavlus, Barnabas ve Yuhanna olduğunu belirtir.[1]
Mevdudi (1903-1979), Yasin tefsirinde, M.Ö. 65'e kadar Antakya'da Antiokus adında 13 tane kralın hüküm sürdüğünü hatırlattıktan sonra, bu kıssada bahsedilen şehrin Antakya olamayacağını savunur. Buna delil olarak da Hristiyan kaynaklarında, Antiokus adındaki krallardan birinin döneminde Meryem oğlu İsa'nın herhangi bir havarisini o şehre görevlendirdiğine dair bir belgenin olmamasını öne sürer.[16]