Azerbaycan milliyetçiliği veya Azerbaycancılık, Azerbaycanlıların Bu bir ulus olma şartı ve Azerbaycanlıların kültürel birliğini teşvik etme fikridir. Azerbaycan'da milliyetçiliğin oluşum süreci 19. yüzyıl ikinci yarıdan başladı. Azerbaycan görüşleri çoğunlukla Yirminci yüzyıl başlangıçta Azerbaycan'ın ideologlarını, kurucularını ve bu fikirlerin sonucu olarak Azerbaycan halklarıyla birlikte Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. Azerbaycan'da milliyetçilik içeriği ve önemi bakımından liberal bir milliyetçilikti. Bu, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin dış ve iç politikalarında açıkça görülebilir. Ayrıca içsel kimlik politikası özgürlük, eşitlik, Dayanışma ilkelerine dayanıyordu. Bütün Azerbaycan Esasen Azerbaycanlıların yaşadığı toprakların birleştirilmesini tarihsel olarak öngören modern Azerbaycan milliyetçiliğinin örneklerinden biridir.[1]
Azerbaycan milliyetçiliği veya Azerbaycancılık, Azerbaycanlıların bir millet olma iddiası ve Azerbaycanlıların kültürel birliğini teşvik etme fikridir. Azerbaycan'da milliyetçiliğin oluşum süreci XIX. yüzyılın ikinci yarısından başlamıştır. Azerbaycancılık düşüncelerini ağırlıklı olarak XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan'ın ideologları, kurucuları belirlemiş ve bu düşüncelerin bir sonucu olarak Azerbaycan halklarıyla birlikte Azerbaycan Halk Cumhuriyeti adında bir devlet kurmuşlardır. Azerbaycan'da milliyetçilik içeriği ve önemi bakımından liberal milliyetçilik olarak şekillenmiştir. Bunu Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin iç ve dış siyasetinde net bir şekilde görmek mümkündü. Onun iç politikası bireyin özgürlüğü, eşitlik, dayanışma ve çoğulculuk ilkelerine dayanıyordu[2].
Azerbaycancılık düşüncelerini ağırlıklı olarak XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan’ın ideologları, kurucuları belirlemiş ve bu düşüncelerin bir sonucu olarak Azerbaycan halklarıyla birlikte Azerbaycan Cumhuriyeti adında devlet kurmuşlardır. Filozof Etibar Necefov'a göre Rus İmparatorluğu'na karşı Azerbaycan halkının mücadelesi Azerbaycan'da milliyetçiliğin temel itici gücüydü. Ayrıca, filozofun görüşüne göre ilerici Rus ve Avrupalı teorisyenler ve devlet adamlarının fikirleri Azerbaycan'da milliyetçiliğin oluşum sürecine çok büyük bir etki göstermişti. Belirtmek gerekir ki Azerbaycan milliyetçiliğinin temsilcilerinin çoğu Rusya ve Avrupa’da eğitim almışlardı. Bunun yanı sıra onlardan bazıları (Ahmet bey Ağaoğlu, Mehmed Emin Resulzade, Ali bey Hüseyinzade) Türkiye ve İran’da ulusal özgürlük hareketinin aktif katılımcıları olmuşlardır. Azerbaycan’da milliyetçilik içeriği ve önemi bakımından liberal milliyetçilik olmuştur. Bu durumu Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin dış ve iç politikasında açıkça görmek mümkündü. İç politikası bireyin özgürlüğü, eşitlik, dayanışma ve çoğulculuk ilkelerine dayanıyordu[3].
Filozof Etibar Necefov'a göre Azerbaycan'da milliyetçiliğin oluşum süreci XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Azerbaycan'da milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve gelişiminin temel itici gücü Azerbaycan halkının millî ve kültürel bağımsızlık mücadelesi olmuştur. Ziya Gökalp'e göre Doğu halkları arasındaki ulusal hareketler üç aşamadan geçer: kültürel, siyasi ve ekonomik. Bu dönemselleştirmeye göre Azerbaycan'da milliyetçilik öncelikle kendini kültürel bir hareket olarak göstermiştir[4].
Kültürel milliyetçiliğin taşıyıcıları olan Azerbaycan edebiyatı, sanatı ve aydınlanmacılığının önde gelen temsilcileri Hasan bey Zerdabi, Mirze Alekber Sabir, Abdürrrahim bey Hakverdiyev, Necef bey Vezirov kültürel harekete öncülük ediyorlardı. Onlar Mirze Feteli Ahundov'un geleneğini devam ettirerek, geliştirerek halkın cehaletini, batıl inançlarını ve ilerlemeye engel olan eski adetleri eleştiriyor ve şovenist Çarlık Rusyası'nın millî politikasını kınıyorlardı[5].
Azerbaycan aydınlanmacılarının ana faaliyet alanları şu şekildeydi: Birincisi, yeni öğretim yöntemine (usul-i cedid) dayanan millî okulların açılması. Bu yöntem halk arasında okuma yazma bilmeyenlerin ortadan kaldırılması, dünyevi ve millî eğitimin uygulanmasına yönelikti; ikincisi, dil ve alfabe reformu için mücadele. Bu mücadele Arap alfabesinin Latin alfabesi ile değiştirilmesi fikrine dayanıyordu. Bu fikir ilk kez XIX. yüzyılın ilk yarısında Mirze Feteli Ahundov tarafından ortaya atılmıştı. Dil reformuna gelince, canlı halk dili temelinde Azerbaycan edebî dilinin oluşmasına yönelikti. Seyid Ezim Şirvani, Hasan bey Zerdabi, Celil Memmedguluzade, Sultan Mecid Ganizade, Neriman Nerimanov ve diğerleri bu fikirden etkilenerek eserlerini halkın anlayacağı dilde yazmışlardı. Azerbaycan aydınlanmacılarının çabaları edebî Azerbaycan dilinin oluşumuna ve gelişimine katkıda bulunmuş ve milletin kültürel uyanışına hizmet etmiştir; üçüncüsü, millî kütüphaneler ve okuma salonlarının açılması[6]. Azerbaycan'da ilk okuma salonu Bakü'de Habib bey Mahmudbeyov ve Sultan Mecid Ganizade tarafından açılmıştır. O kütüphanelerde ve okuma salonlarında çar hükümetinin yasakladığı bazı kitaplar vardı ve bu kitaplar okuyucular arasında oldukça popülerdi; dördüncüsü, "Nicat", "Sara", "Edeb Yurdu" ve "Cemiyyet-i Hayriye" gibi hayır kurumlarının faaliyetleri. Bu kurumlar zengin kişilerin bağışlarıyla finanse ediliyordu, millî gazete ve dergilere, Avrupa'da eğitim gören Azerbaycanlı öğrencilere yardımlar sağlıyorlardı; beşincisi, gazete ve dergilerin yayınlanması. Azerbaycan aydınlanmacıları gazete ve dergileri millî ve kültürel uyanışa dair fikirlerin yayılması için etkili bir araç olarak görüyorlardı. XX. yüzyılın başlarında "Hayat", "Yeni Hayat", "Füyuzat", "İrşad", "Tereggi" gibi gazete ve dergiler Azerbaycan halkının millî bilincinin gelişiminde çok önemli bir rol oynamıştır[7].
Sonuç olarak, edebiyat ve aydınlanmacılık temsilcilerinin çabaları sayesinde Azerbaycan'da milliyetçilik kültürel bir hareket olarak tarihsel görevini yerine getirmiştir. Bunun sonucunda Azerbaycan halkı kendi kültürel ve etnik birliğinin farkına varmıştır.
Azerbaycan'da milliyetçiliğin kültürel hareketten siyasi harekete dönüşmesi Ali bey Hüseyinzade, Ahmet bey Ağaoğlu, Alimerdan bey Topçubaşov ve Mehmed Emin Resulzade gibi önde gelen Azerbaycan aydınlarının teorik ve siyasi faaliyetleriyle ilgilidir. İlk defa onlar Azerbaycan halkının sosyal-siyasi haklarını savunmaya başlamışlardır. Bu amaçla yasal yolların tümünü kullanmışlar: Çar’a dilekçeler yazmış, üst düzey hükümet yetkilileriyle görüşmüş, Rusya Müslümanlarının kongrelerini toplamış ve parlamentoda (Duma’da) aktif bir şekilde yer almışlardır. Devlet Dumasında Azerbaycan temsilcilerinin etkinliği artmıştı. 1905 yılının Nisan ayında Azerbaycan temsilcileri Duma’da görüşülmek üzere "Rusya'nın Müslüman nüfusunun yetkili temsilcileri adından" adlı bir dilekçe hazırlayıp sunmuşlardı. Dilekçe Alimerdan bey Topçubaşov tarafından yazılmıştı[8]. Dilara Seyidzade'nin dediği gibi:
“ | "Dilekçenin önemi Çar’a Azerbaycan halkı tarafından sunulan ilk program belgesi olmasıydı. Gelecekte bu belge çeşitli idari kurumlara çağrılar yapmak için bir temel olarak kullanılmıştır." | ” |
Dilekçe Rusya'daki Müslümanlara eşit siyasi, sivil, dini, medeni ve kültürel hakların verilmesi gerektiğini talep ediyordu. Ayrıca, Rusya'daki feodal kalıntıların ortadan kaldırılması ve demokratik bir toplumun inşası hakkında yazılmıştı. Çar hükümeti tarafından kabul edilmemesine rağmen bu dilekçe Azerbaycan'da siyasi milliyetçiliğin gelişim düzeyini gösteriyordu[9].
Siyasi milliyetçiliğin temsilcileri faaliyetlerinin başında milliyetçi fikirleri, özellikle Azerbaycan halkının Türk birliği hakkında olan fikrini açıkça destekleyemiyorlardı. Bu durum Azerbaycanlıların kendilerini dini özelliklerine göre tanımlayıp, kendilerini Müslüman olarak görmeleriyle açıklanıyordu. Onlar kendi etnik birliğini anlamıyorlardı. Aslında, Azerbaycan'da siyasi milliyetçiliğin temsilcileri İslamcılığı millî özgürlük hareketi yolunda büyük bir engel olarak görüyorlardı. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti liderlerinden biri olan Mehmed Emin Resulzade şöyle belirtmiştir[10]:
“ | "Tarihi deneyim gösteriyor ki bir yandan dini ve ruhani gerici harekete destek vermek, diğer yandan Müslüman dünyasında millî ideolojinin oluşumuna engel olmak Müslüman halkların bağımsızlığına izin vermiyor. Biz tüm Müslüman dünyasında millî bilincin gelişim sürecini güçlendirmeliyiz, çünkü millî kimliğin oluşumu sosyal ilerlemenin nedeni ve millî bağımsızlığın temelidir." | ” |
Zamanla siyasi milliyetçiliğin temsilcileri milliyetçi Pan-Türkist fikirleri yaymaya başladılar. Başlangıçta bu tüm Türk halklarının birleşmesi ve birleşmiş Türk devleti kurma gibi romantik bir fikir – "Turan" fikriydi. XX. yüzyılın başlarında Azerbaycanlıların çoğunluğu Azerbaycan'ın Türkiye ile birleşmesini istiyordu. Onlar bu siyasi birleşmeyi Rusya egemenliğinden kurtulma aracı olarak görüyorlardı. 1918 yılının başlarında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin siyasi liderlerinden biri olan Nagı Şeyhzamanlı anılarında Azerbaycan halkının siyasi bağımsızlığının ilanı için çok elverişli bir ortam oluşmasına rağmen Azerbaycan'ın siyasi bağımsızlığı fikrini kabul etmediklerini belirtmiştir. Ancak siyasi milliyetçiliğin çoğu lideri tüm Türk halklarının siyasi birliği hakkındaki romantik fikri reddetmiştir[11]. Onlar Azerbaycancılık adı verilen yeni bir millî-siyasi fikir ileri sürdüler. Azerbaycancılık fikri Türkçülüğün somut tarihi bir formuydu. Bu fikir Azerbaycan halkının sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel gelişim özelliklerini ifade ediyor ve refahlarının gelişmesine yönelikti. Azerbaycancılığın teorik temeli üç yönde – Türkleşme, İslamlaşma ve modernleşme – oluşuyordu. Bu fikir Ali bey Hüseyinzade tarafından 1905 yılında "Hayat" dergisinde ortaya atılmıştı. Ali bey Hüseyinzade Azerbaycan milliyetçiliği temsilcilerinden farklı olarak Azerbaycancılık ile Türkçülüğü ilişkilendirmeye, genel Türk ölçeğini ya da bağlamını her bir Türk halkının ilerlemesinin etno-sosyal mekânı olarak kabul etmeye çalışıyor ve geleceğe yönelik olarak özellikle "genotip"ten hareket etmenin mümkün olduğunu söylüyordu[12].
Daha sonra bu fikir Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin resmi doktrini haline gelmiş ve cumhuriyetin üç renkli bayrağında sembolik ifadesini bulmuştur. 1918 yılının Mart ayına kadar Azerbaycancılık fikrinin savunucuları federatif bir duruş sergiliyorlardı. Onlar Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkilerin federasyon ilkesi temelinde olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak Bolşeviklerin Ermeni silahlı kuvvetleriyle birleşerek 1918 Mart katliamı sırasında Bakü ve Şamahı'da Azerbaycan halkını katletmesinden sonra Azerbaycan millî bağımsızlık hareketinin liderleri federatiflik fikrini reddettiler. Azerbaycancılık fikrini Azerbaycan’ın siyasi bağımsızlığına ulaşma hedefine yönelttiler[13]. 1918 yılının 28 Mayıs'ında tüm Müslüman dünyasında ilk kez Azerbaycan'da demokratik bir cumhuriyet kuruldu[14]. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu Mehmed Emin Resulzade şöyle demiştir:
“ | "AHC dini temeller üzerine kurulan diğer Türk devletlerinden farklı olarak millî kültürel kendini tayin etme, Türk millî ve demokratik ilkeleri temelinde kurulmuştur." | ” |
AHC'nin kurulması Azerbaycan'da siyasi milliyetçiliğin gelişiminde yeni bir aşama olmuştur. Bu durum Azerbaycan'da milliyetçiliğin en yüksek üçüncü aşaması olan ekonomik aşamaya geçmek için gerekli tüm şartları hazırlamıştı. Ancak 28 Nisan 1920'de Azerbaycan'ın Bolşevik işgaliyle bu geçiş durdurulmuştur[15]. Daha önce belirttiğimiz gibi tüm halkların sosyal gelişiminde nesnel ve kaçınılmaz bir aşama olan milliyetçiliğin tarihi gelişimi Azerbaycan’da Sovyet baskınıyla geçici olarak kesintiye uğramıştır.
Sovyet Rusya'nın Azerbaycan'ı işgali ve burada Sovyet yönetiminin kurulması Azerbaycan'da milliyetçiliğin gelişimini durdurdu. Millî bilincin oluşumu tamamlanamadı. Azerbaycan’ın 1991 yılının 18 Ekim'ine kadar süren Sovyet dönemi yeni bir tarihi aşamayı oluşturur.
Sovyet dönemi boyunca Azerbaycan halkının millî kültürel değerleri Sovyet uygarlığının değerlerinin doğrudan etkisi altında kalmıştır. Planlı ekonomi, Komünist Partisi’nin egemenliğine dayalı tek partili siyasi sistem, piyasa ilişkilerinin kaldırılması ve Rus olmayan halkların kültürel mirasının kademeli olarak yok edilmesi komünist uygarlığın temel değerleriydi. Bu değerler Marksist-Leninist ideolojiye dayanıyordu ve toplumsal gelişmenin objektif yönüyle çelişki içindeydi. Bu yüzden komünist uygarlığın değerleri yapaydı. Komünist uygarlığın değerleri aynı zamanda Azerbaycan halkının millî değerleriyle de çelişiyordu. Komünist uygarlık ve millî kültür arasındaki ilişkiler Sovyet hükümetinin millî politikasıyla düzenleniyordu[16]. Bu politika Sovyet tarihinin başlarında (1920'li yıllar) korenizatsiya (yerlileştirme) ilkelerine dayanıyordu. Korenizatsiya siyaseti kısmen bölgesel milliyetçiliği teşvik ediyordu. Tadeusz Swietochowski’ye göre "Sovyet milletinin oluşturulmasına yönelik faaliyetlerin en belirgin yönü 1923’ten sonra başlayan korenizatsiya (yerlileştirme) politikasıydı. Bu, sadece yerlilerin parti ve hükümette yüksek görevlere getirilmesine kadar ilerliyordu. Korenizatsiya ayrıca Rusça olmayan diğer dillerin Rus diliyle eşitliğini savunuyor ve ulusları Sovyet yönetimiyle barıştırmayı amaçlıyordu.[17]" Korenizatsiya sayesinde Azerbaycan entelektüellerinin çoğu Sovyet iktidarını ve Sovyet hükümetinin millî politikasını destekliyordu. Onlar korenizatsiyanın sağladığı elverişli koşullardan yararlanarak millî eğitimin, millî dilin, edebiyatın ve sanatın gelişimini destekliyorlardı. Ancak 1930’lu yılların ortalarında Sovyet millî politikası gerçek yüzünü gösterdi. Millî kültürü ve milliyetçiliğin tüm tezahürlerini bastırmaya başladı. Bölgesel milliyetçiliğin yok edilmesi Rus şovenizminin artışıyla gözlemleniyordu. Rus komünistleri totaliter devletin gücünü kötüye kullanıyordu. Toplumun tüm alanlarında aktif bir Ruslaştırma politikası yürütüyorlardı. Rus komünistlerinin bazı demokratik ve uluslararası sloganlarla, ayrıca yerel yönetim ve kültürel özerklik gibi bazı hakları millî bölgelere vermeleriyle millî politikalarının özünü gizlemeyi başarmalarına rağmen, Sovyetler Birliği’nin yapısı ne olursa olsun, millî politikası totaliter milliyetçilikten başka bir şey değildi. Oysa Sovyetler Birliği federatif bir devlet olarak halkların kendi kaderini tayin etme ilkeleri üzerine kurulmuştu. Ancak 1930'ların başına kadar millî sorunun demokratik çözümüne dair tüm temel fikirler ya göz ardı ediliyor ya da sınıf mücadelesi fikirleriyle değiştiriliyordu[18].
Sovyet millî siyasetinin temel meselelerinden biri tüm millî bölgelerde siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda reformların hayata geçirilmesiydi. Geri kalmış millî bölgeler bu reformlarla toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel gelişimlerinde gerçek bir ilerlemeye ulaştılar. Bu reformlar bir yandan millî bölgelerde Sovyet iktidarını pekiştirmiş, Ruslaştırma sürecini hızlandırmış, diğer yandan ise bölgesel milliyetçilik tehlikesini ortadan kaldırmıştı. Totaliter devlet toplumun tüm alanlarında Ruslaştırma politikasını uygulamak için oldukça elverişli bir ortam oluşturmuştu. Siyasi alandaki Ruslaştırma belirtileri Rusya (merkez) ile Rus olmayan cumhuriyetler arasındaki ilişkilerde görülüyordu. Hükümetin yerel organları merkezin kontrolü altındaydı. Millî çıkarları savunan herhangi bir kuruluşun faaliyeti yasaklanmıştı. Ekonomik alanda Ruslaştırma politikasının belirtileri ekonominin merkezileşmesinde ve özel mülkiyetin yasaklanmasında görülüyordu. Bu belirtiler millî bölgelerin çıkarlarını göz önünde bulundurmuyor ve onların ekonomik potansiyellerini engelliyordu. Merkezi yönetim cumhuriyetler arasında katı iş bölümü temelinde kurulmuş SSCB'nin birleşik ekonomik kompleksinin işlemesini sağlıyordu. Millî bölgelerin birbirine ve Rusya'ya bağımlılığını korumak için merkez bazı bölgelerdeki fabrikaların çalışmasının diğer bölgelerdeki fabrikaların çalışmasına bağlı olduğu bir sistem kurmuştu. Bu nedenle millî bölgeleri ekonomik yollarla birbirine bağlayarak oluşturulan bu birleşik ekonomik kompleks totaliter devletin ekonomik temeli olarak hizmet ediyordu[19].
Kültürel alanda Ruslaştırma politikasının uygulanması diğer süreçlere göre daha zor olmuştur. Bu durum kültürel alanın insanların iç dünyası, tarihi gelenekleri, millî ve manevi değerleriyle sıkı bir şekilde bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu alanda Ruslaştırmanın başarıya ulaşması toplumun diğer alanlarında da bu politikanın uygulanmasına önemli ölçüde etki edebilirdi. Bölgesel milliyetçiliğin önünü kesmek için Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Sovyet hükümeti millî kültürlerin temellerini yavaş yavaş yıkarak millî bilincin oluşum sürecine engel oluyordu. Sovyet Rusyası Ruslaştırma politikasında Çarlık Rusyası’nı bile geride bırakmıştı. Şu gerçeğe dikkat edelim: Rus misyoneri Prof. Dr. Nikolay İlmenski tarafından XIX. yüzyılda Türk halklarını Ruslaştırma yöntemi 1930'larda uygulandı[20]. Bu yönteme göre Türk dillerinin alfabeleri Rus alfabesine uyarlanmış, bunların her biri ayrı yerel dil olarak kabul edilmiştir. Bu uygulama Türk halkları arasında Azerbaycan, Özbek, Kırgız, Türkmen vb. çeşitli edebî dillerin oluşumuna neden olmuştur. Böylelikle, Türk halkları Kiril alfabesini kabul etmek zorunda kalmıştır[21].
Ruslaştırma politikası Azerbaycan aydınlarının önde gelen temsilcilerinin belirli bir direnişiyle karşılaşmıştır. Bu direniş millî kültür ile komünist uygarlık arasında bir çatışma olarak değerlendirilebilir. Sovyet hükümeti bu direnişi 1930'ların sonlarında büyük bir terörle bastırdı. Azerbaycan aydınlarının çoğu fiziksel olarak yok edildi[22].
Böylece, Sovyet KP ve Sovyet hükümetinin millî siyaseti bir yandan Azerbaycan'da milliyetçiliğin tezahürlerinin bastırılmasını, diğer yandan ise Rus şovenizminin gelişimini teşvik ediyordu. Yukarıda belirtildiği gibi millî kültürel değerler komünist uygarlığıyla çelişiyordu. Bu nedenle komünist uygarlığının değerleri idari yöntemlerle uygulanıyordu. Bu tür bir nüfuz etme yoluyla millî kültürel değerler içinde yeni bir değerler sistemi oluşturuluyordu. Bu bir altkültür değerler sistemi idi. Altkültür değerleri insan gruplarının yaşamında belirli bir rol oynuyordu. Ancak komünist uygarlığının bir yan ürünü olarak altkültür millî kültürel değerlerle komünist uygarlığı değerleri arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıramadı. Bu çelişki Azerbaycan'da milliyetçiliğin şekillenmesinin temel sebeplerinden biri oldu. Millî kültürün ana unsurlarından biri olan milliyetçiliğin komünizmden daha güçlü bir kuvvet olduğu anlaşıldı. Bu çelişkinin yanı sıra Azerbaycan'da milliyetçiliğin yeniden canlanmasına sebep olan iki faktör daha vardı: Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi milliyetçilik tüm halkların toplumsal gelişiminde objektif ve kaçınılmaz bir aşamadır. Geçici olarak durdurulabilir, ancak milliyetçilik millî kültürel değerlere dayanır. Millî kültürel değerler vatan, millet, onun kültürü ve tarihine bağlılığı ifade eder. Bu değerler bireyleri kişiliğe dönüştürür ve millî devletin kurulmasını teşvik eder. Tarihe göre millî kültürel değerler özellikle kriz dönemlerinde bu değerler asimilasyon tehlikesi altındayken etkisini gösterir. İkincisi, Azerbaycan halkı yabancı egemenlik altında bulunmuş ve millî bağımsızlığı yoktu. Bu durum Azerbaycan'da millî özgürlük hareketinin gelişmesi için elverişli bir zemin hazırlamıştı. Ancak Rus şovenizminin Sovyet totaliter sistemi bu fırsatın gerçekleşmesi önündeki en büyük engeldi[23].
XX. yüzyılda Güney Azerbaycan’da başarısızlıkla sonuçlanan devrimlerin yenilgi sebeplerinden biri olarak ruhani bir temeli olmaksızın Güney Azerbaycanlıların sosyal demokrasiye yönelmeleri ve İran hareketine hizmet etmeleri gösteriliyordu. Pişevari hareketinde bu fikir bulunsa da Seyid Cafer Pişevari’nin ölümü onun fikirlerinin gerçekleşmesine olanak tanımadı. Sonuç olarak, Güney Azerbaycan fikri komünizm ve sosyalizm düşüncesiyle birlikte sunuluyor, bağımsız bir Azerbaycan fikri yer almıyordu. 1945'te Azerbaycan Demokrat Fırkası ortaya çıkana kadar Güney Azerbaycan'da milliyetçilik düşünceleri siyasi güç elde etme ve siyasi akımlara etki etme yönünde şekillenmişti[24]. Filozof Asif Ata'ya göre:
“ | "Güney Azerbaycan milliyetçiliği demek İran’ın içinde, İran ülkesinin sınırları içinde bir dünya var — Güney Azerbaycan milleti denen bir dünya. O dünyanın kendi dili, kendi kültürü, kendi gelenekleri var. Ve o dünyaya karşı İran denen, İran devleti denen bir düşman var. Milliyetçilik, Güney Azerbaycan milliyetçiliği, Azerbaycancılığın farkına varmaktır. Dünyamızı elimizden aldılar, dünyamızı geri almalıyız. Güney Azerbaycan milliyetçiliği budur...[25]" | ” |