Bu maddedeki bilgilerin doğrulanabilmesi için ek kaynaklar gerekli. (Temmuz 2021) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) |
Kürt Mitolojisi Kürt coğrafyasında yaşamış birbirleriye dilsel ve kültürel yakınlık bulunan halkların ortak değerleridir, Kürtler İrani bir halk olduğu için, diğer İrani halklarla benzer destan ve hikâyelere sahiptir.
2500-2600 yıl öncesinde Zuhak (Bazı kaynaklara göre Dehak) adında Asurlu çok ama çok zalim bir kralın egemenliği altında yaşayan Kawa adında bir demirci vardı. Bu kral tam bir canavardı ve efsaneye göre her iki omuzunda da birer yılan bulunuyordu. Bu iki yılanı beslemek için her gün halktan iki çocuğu sarayına kurban olarak getirtip aşçılarına bu iki çocuğun beyinlerini yılanlarına yemek olarak verdiriyordu. Aynı zamanda bu canavar kral ilkbaharın gelmesini engelliyordu. En sonunda bu zulümden bıkan ve bir şeyler yapmak isteyen Armayel ve Garmayel adlı iki kişi kralın sarayına aşçı olarak girmeyi başarırlar ve Kralın yılanlarını beslemek için beyinleri alınarak öldürülen çocuklardan sadece birini öldürüp diğerinin gizlice saraydan kaçmasına yardımcı olurlar. Böylece ellerindeki bir insan beyni ile kestikleri bir koyunun beynini karıştırarak yılanlara verirler her gün bir çocuğun kurtulmasını sağlamış olurlar. İşte bu kaçan kişilerin Kürtlerin ataları olduğuna inanılır. Kaçan çocuklar Kawa adlı demirci tarafından gizlice eğitilerek bir ordu haline getirilirler. Kawa'nın liderliğindeki bu ordu bir 20 Mart günü zalim kralın sarayına yürüyüşe geçer ve Kawa, kralı çekiç darbeleri ile öldürmeyi başarır. Kawa etraftaki tüm tepelerde ateşler yakar ve yanındakilerle birlikte bu zaferi kutlarlar. Böylece Kürt halkı zalim kraldan kurtulmuş olur ve ertesi gün ilkbahar gelir.[1]
İrani halkların mitolojisi ve edebiyatına dayanan, efsanevi, iyicil bir kuştur.Bu kuşun öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yaktığı ve kendisinden yeniden doğduğu rivayetler arasındadır.
Simurg, Kürt sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. efsaneye göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yok oluşuna üç kez tanık olmuştur.[2]
Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka), Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş’
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Ama içlerinden Simurg’u gören olmamış. Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip, yolunda gitmeyen şeyler için yardım istemeye karar vermişler.
Kaf dağına varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, Bu vadilerin her biri bir diğerinden daha çetinmiş. Birincisi; İstek, ikincisi; Aşk, üçüncüsü; Marifet, dördüncüsü; İstisna, beşincisi; Tevhid, altıncısı; Şaşkınlık ve yedincisi yok oluş vadileriymiş.
‘Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.’
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce ‘Aşk Denizi’nden geçmişler sonra ‘Ayrılık Vadisi’nden’ uçmuşlar. ‘Hırs Ovası’nı aşıp, ‘Kıskançlık Gölü’ne’ sapmışlar. Kuşların kimisi ‘Aşk Denizi’ne’ dalmış, kimisi ‘Ayrılık Vadisi’nde’ kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını; Balıkçıl kuşu bataklığını özlemiş…
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Kürtçe ‘si’, ‘otuz’ demektir. ‘Murg’ ise ‘kuş.’
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi ‘Şaşkınlık’ ve sonuncusu Yedinci Vadi olan ‘Yok oluş Vadisi’nde’ bütün kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki ‘Simurg – otuz kuş’ demekmiş. Onların her biri birer Simurg’muş. 30 kuş anlar ki aradıkları kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.[2]
Birbirine âşık olan ancak kavuşamayan iki gencin trajik öyküsünü anlatılır. Bu hikâye milattan çok önceden bu yana halk arasında söylenen ve mitolojik nitelik kazanan bir destandır. Yazılı edebiyata kazandıran Ahmed-i Hani bu destandan ilham alarak o hikâyeyi kendi çağının yaşantısına göre somut bir kalıba dökmüş, çağdaş bir üslupla yazmıştır.[3]
Bu eserde Mem û Zîn'in aşkı etrafında çağının yaşantısını, o zamanın sosyal, kültürel ve idari durumunu tasvir edilmiştir. İyiliği, doğruluğu, suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği Mem ve Zîn'in şahsında toplayarak; kötülüğü, dalkavukluğu, fitneciliği ve ikiyüzlülüğü de Beko karakterinde somutlaştırarak gözler önüne sermiştir.[3]
Kürt ve bölge halkları[4] mitolojilerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklindeki Maran adı verilen doğaüstü yaratıkların başında bulunan ve hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Binlerce yıl önce yedi katlı yeraltında yaşayan yılanlar vardı. Meran adı verilen bu yılanlar, gerçekten akıllı ve şefkatli idi. Onlar barış içinde yaşarlardı. Meranların kraliçesine Şahmeran denirdi. O genç ve güzel bir kadındı. Efsaneye göre, Şahmeran'ı gören ilk insan Cemşab oldu. O, geçimi için odun satan fakir bir ailenin oğluydu. Bir gün Cemşab ve arkadaşları bal dolu bir mağara keşfederler. Balı çıkarmak için Cemşab'ı aşağıya indiren arkadaşları, paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçarlar. Cemşab mağarada bir delik görür ve buradan ışık sızdığını fark eder. Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girer. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler ve bir havuz ile pek çok yılan görür. Havuzun başındaki tahtta süt beyaz vücutlu bir yılan oturmaktadır. Şahmeran'ın güvenini kazanan Cemşab uzun yıllar bu bahçede yaşar. Şahmeran ona tıp biliminin bilinmediklerini söyler. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarır. Bunun üzerine Şahmeran da kendisini salıvereceğini, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini ister.
Şahmeran'a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmeran'ın yerini kimseye söylememiş. Bir gün ülkenin padişahı hastalanmış. Vezir, hastalığın çaresinin Şahmeran'ın etini yemek olduğunu söylemiş ve her yere haber salınmış. Ülkenin veziri herkesi tek tek hamama sokmuş. Sıra Cemşab'a gelmiş. Cemşab soyununca vezir Cemşab'ın derisinde pullar olduğunu görünce Cemşab'ı konuşturmayı başarmış. Cemşab kuyunun yerini gösterince Şahmeran bulunup dışarı çıkarılmış. Şahmeran Cemşab'a, "Benim başımı kaynatıp padişaha içir, padişah kurtulsun, gövdemi de vezire içir, ölsün, kuyruğumu da kaynatıp sen iç, böylece Lokman Hekim ol" demiş. Böylece vezir ölmüş, padişah da iyileşip Cemşab'ı veziri yapmış. Ve rivayete göre de Cemşab böylece Lokman Hekim olmuş. Efsaneye göre Şahmeran'ın öldürüldüğünü yılanlar o günden beri bilmemektedirler. Dünyanın, Şahmeran'ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar tarafından bir gün istila edileceği rivayet edilir.[4]
Rüstem (veya Zaloğlu Rüstem) – İrani mitolojisinin efsanevî kahramanıdır. İran şairi Firdevsî'nin Şehnâme adlı eserinde büyük bir kahraman olarak gösterilir. Rüstem, Türk edebiyatında Rüstem-i Zâl, halk ağzında da Zaloğlu Rüstem diye tanınır. İranlılar ile Turanlılar (Türkler) arasındaki mücadelelerde büyük kahramanlık, güçlülük ve yiğitlik göstermiştir. Bu yüzden özellikle pehlivan, yiğit, hükümdar gibi şahısları övmek için Zaloğlu Rüstem'in adı kullanılır. Alper Tunga ile giriştiği mücadele anlatılır ve defalarca onu yendiğinden bahsedilir. Güreşçi yönü ağır basar. Tutuştuğu güreşlerde hiç yenilmediği söylenir. Dîv-i Sepîd (Beyaz Dev) ile güreşmiştir. Yalnızca İran kültüründe değil tüm Ortadoğu’da güreşçilerin simgesi hâline gelmiştir.[5]
Yezidi veya Ezidiler çoğunlukla Kürtçe konuşan etnodinsel bir topluluğa verilen isimdir.Ezidi" kelimesinin bu dinin tanrısı olan Azda kelimesinden türetildiği iddia edilmektedir. Kürt dilinde "Tanrı" ismini karşılayan iki kelime mevcuttur: Bunlar "Ezda" ve "Xweda"'dır. Ezda beni yaratan, veren ve var eden anlamlarına gelmektedir. Xweda ise kendiliğinden var olan anlamına gelmektedir.
Yezidiliğin önceki ilahî dinlerde anlatılan Düşmüş Melek'in yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun tüm Evren'e ispâtıdır ve yaratıcı tarafından sınanmıştır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmış diye düşünülür.
Ancak burada Düşmüş Melek'in sahip olduğu özellikler, diğer dinlerden farklıdır. Yezidilikte tanrı, Dünya'nın sadece yaratıcısıdır, sürdürücüsü değildir. Tanrısal iradenin vücut bulması için Düşmüş Melek, bir nevi aracılık rolü üstlenmiştir. Düşmüş Melek, Melek Tavus olarak adlandırılır ve bir Tavus kuşu ile simgelenir. Gururlu bir melek olduğundan tanrıya isyan etmiş, ceza olarak 40.000 sene orada yanmış, sonunda döktüğü göz yaşları bu ateşi söndürmüştür. Artık tanrıyla barışıktır. Düşmüş Melek, yemek pişiren ve yangın çıkaran ateş gibi, Dünya gibi hem iyi, hem de kötüdür[6],Yezidiler için Melek Tavus, en güçlü melek ve aynı zamanda affedilmiş Şeytan'dır. Bu ismi ağzına almak, mukaddes olduğundan yasaktır.[7]
Arap-Müslüman ordusunun 642 yılında Şehrizor ovasında Zerdüşt olan Kürtler ve Sasaniler ile savaşarak Sasaniler'i yıkana kadarki döneme kadar yoğun miktarda Zerdüşt Kürtleri'nin olduğu kayıtlara geçmiştir. Günümüzde ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde ilk Zerdüşt Kürtler ibadethanesi açılmıştır ve tahmini Zerdüşt Kürt sayısının 100.000 olduğu ve hızla arttiği iddia edilmiştir.[8][9][10]
Zurvan: Sonsuz zaman ve uzayın tanrısı. Ahura Mazda ve Angra Mainyu'nun babası. İki tarafı temsil eden çocukları olduğu için nötr bir tanrı olmayı tercih etmiştir. Kaderin, ışığın ve karanlığın Tanrısı[11]