Marksist sınıf teorisi, bireyin sınıf hiyerarşisi içindeki konumunun üretim sürecindeki rolü tarafından belirlendiğini ileri sürer ve siyasi ideolojik bilincin sınıf konumu tarafından belirlendiğini savunur.[1] Bir sınıf, otak ekonomik çıkarları paylaşan, bu çıkarların bilincinde olan ve bu çıkarları ilerletmek için kolektif eylemde bulunan kişilerdir.[2] Marksist sınıf teorisi içinde, üretim sürecinin yapısı sınıf inşasının temelini oluşturur.
Marx'a göre bir sınıf, toplumdaki diğer gruplardan farklı içsel eğilimlere ve çıkarlara sahip bir gruptur ve bu gruplar arasındaki temel antogonizmanın temelini oluşturur. Örneğin, ücretleri ve sosyal hakları en üst düzeye çıkarmak emekçinin çıkarına, bunlarına pahasına karı en üst düzeye çıkarmak ise kapitalistin çıkarına olup, emekçiler ve kapitalistlerin kendileri çıkar çatışmasının farkında olmasalar bile kapitalist istem içinde bir çelişkiye yol açar.
Marksist sınıf teorisi, özellikle E. P. Thompson ve Mario Tronti gibi akademisyenler tarafından bir dizi alternatif pozisyona açık olmuştur. Hem Thompson hem de Tronti, üretim sürecindeki sınıf bilincinin üretken ilişkilerin oluşumundan önce geldiğini öne sürmektedir. Bu anlamda, Marksist sınıf teorisi genellikle önceden var olan sınıf mücadeleleri üzerine tartışmalarla ilgilidir.
Karl Marx'ın sınıf teorisi, sol Hegelcilik, İskoç ampirizmi ve Anglo-Fransız politik-ekonomisi dahil olmak üzere bir dizi felsefi düşünce okulundan türemiştir. Marx'ın sınıf görüşü, sınıf yapısının oluşumunun akut tarihsel bilinçle ilişkili olduğu toplumsal yabancılaşma ve insan mücadelesine ilişkin bir dizi kişisel ilgiden kaynaklanmıştır. Politik-ekonomi de Marx'ın teorilerine katkıda bulunmuş ve toplumun üç alt gruba ayrıldığı "gelirin kaynağı" kavramına odaklanmıştır: Rantiyeciler, kapitalistler ve işçiler. Bu yapı, David Ricardo'nun kapitalizm teorisine dayanmaktadır. Marx, bunu doğrulanabilir sınıf ilişkileri üzerine bir tartışma ile güçlendirmiştir.
Marx, sınıfı sosyal statüden ziyade üretim ilişkilerine gömülü olarak tanımlamaya çalışmıştır. Siyasi ve ekonomik düşüncesi, bölüm yerine üretimle ilgilenmeye doğru gelişti ve bu, bundan böyle sınıf kavramında merkezi bir tema haline geldi.
Marx, bir sınıfı diğerinden iki kriter temelinde ayırır: üretim araçlarının mülkiyeti ve diğerlerinin emek gücünün kontrolü. Buradan hareketle Marx, "Toplum bir bütün olarak giderek daha fazla iki büyük düşman kampa, birbiriyle doğrudan karşı karşıya gelen iki büyük sınıfa bölünüyor" der:
I. Kapitalistler ya da burjuvazi, üretim araçlarına sahiptir ve diğerlerinin emek gücünü satın alır.
II. İşçiler ya da proleterya, herhangi bir üretim aracına ya da başkalarının emek gücünü satın alma olanağına sahip değildir. Aksine, kendi emek güçlerini satarlar.
Dolayısıyla sınıf, gelir ya da statü tarafından değil, mülkiyet ilişkileri tarafından belirlenir. Bu faktörler, sınıfların üretim ve güç ilişkilerini yansıtan dağıtım ve tüketim tarafından belirlenir.
Komünist Parti Manifestosu, "modern sanayi karşısında çürüyen ve sonunda yok olan" iki sınıfı daha tanımlar:
III. Küçük burjuvazi olarak bilinen küçük, geçici ve bir sınıf yeterli üretim araçlarına sahiptir ancak emek gücü satın almaz. Marx'ın Komünist Manifesto'su küçük burjuvaziyi "küçük kapitalistler"in ötesinde doğru düzgün tanımlayamamaktadır.
IV. "Tehlikeli sınıf" ya da lümpen proletarya, "toplumsal pislik, eski toplumun en alt katmanlarından atılan pasif bir şekilde çürüyen kitle."
“Şimdiye kadar var olan tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir... Hür ve köle, patrisyen ve pleb, lord ve serf, lonca ustası ve kalfa, tek kelimeyle ezen ve ezilen, birbirlerine sürekli karşı durdular, kesintisiz, şimdi gizli, şimdi açık bir mücadele sürdürdüler, her seferinde ya toplumun genelinin devrimci bir yeniden inşasıyla ya da mücadele eden sınıfların ortak yıkımıyla sonuçlanan bir mücadele.... Feodal toplumun yıkıntıları arasından filizlenen modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırmamıştır. Ancak eskilerinin yerine yeni sınıflar, yeni baskı koşulları, yeni mücadele biçimleri kurmuştur. Ancak bizim çağımız, burjuvazinin çağı, şu ayırt edici özelliğe sahiptir: sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiştir. Toplum bir bütün olarak giderek daha fazla iki büyük düşman kampa, doğrudan karşı karşıya gelen iki büyük sınıfa bölünmektedir: Burjuvazi ve Proletarya.” - Komünist Manifesto
Marx, çatışmayı tarihin temel itici gücü ve toplumsal yörüngelerin ana belirleyici olarak ortaya koymuştur. Ancak, "sınıf çatışması"nın doğasını anlamak için öncelikle bu çatışmanın sınıf bilinci olarak da bilinen birleşik bir sınıf çıkarından kaynaklandığını anlamamız gerekir. Sınıf bilinci, Marksist teorinin bir yönüdür ve sosyal sınıfların öz farkındalığına, kendi rasyonel çıkarları doğrultusunda hareket etme kapasitesine veya bir bireyin kendi sınıfının (veya sınıf bağlılığının) onlar için belirlediği tarihsel görevlerin ne ölçüde bilincinde olduğunun ölçülmesine atıfta bulunur.
Dahası, tanımı gereği, sınıfların nesnel çıkarları temelde karşıtlıktır; sonuç olarak, bu karşıt çıkarlar ve bilinçler en nihayetinde sınıf çatışmasına yol açar.
Marx, sınıf çatışmasının gelişimini ilk olarak tek tek fabrikalar ve kapitalistlerle sınırlı görmüştür ancak kapitalizmin olgunlaşmasıyla birlikte burjuvazi ve proletaryanın yaşam koşulları daha da farklılaşmaya başladı. Sınıflar içinde artan bu kutuplaşma ve homojenleşme, bireysel mücadelelerin daha genelleşmesine ortam hazırladı. Artan sınıf çatışması toplumsal düzeyde kendini gösterdiğinde, sınıf bilinci ve otak çıkarlar da artar. Sonuç olarak, sınıf bilinci arttığında, politikalar egemen sınıf için bu çıkarların sürmesini sağlayacak şekilde düzenlenir. Burada siyasi iktidar mücadelesinin kullanımı başlar ve sınıflar siyasi güçler haline gelir.
Siyasi gücün dağılımı, üretim üzerindeki güç ya da sermaye üzerindeki güç tarafından belirlendiğinden, burjuva sınıfının servetini, mülkiyetini ve bunun sonucu olan toplumsal ilişkilerini meşrulaştırmak ve korumak için kullanması şaşırtıcı değildir. Dolayısıyla egemen sınıf, ekonomik gücü elinde tutan ve kararları veren sınıftır.
Marksist teoride, kapitalist üretim aşaması iki ana sınıftan oluşur: burjuvazi, üretim araçlarına sahip olan kapitalistler ve kendi emek güçlerini satmak zorunda olan çok daha büyük proletarya (veya "işçi sınıfı") (Ayrıca bakınız: ücretli emek). Bu, kültürel ideoloji aracılığıyla normalleştirilen ve yeniden üretilen bir eşitsizlik durumu olan iş ve mülkiyetin temel ekonomik yapısıdır. Böylece proletarya, kendi içinde, üretim araçlarını ellerinden alan sermayenin gücü tarafından itaatkar bir konuma zorlanır. Proletarya kendi durumunun ve gücünün bilincine vardıkça, örgütlendikçe ve kolektif siyasi eyleme geçtikçe, kendisi için bir sınıf haline gelir ve egemen sınıf olma yolunda devrimci bir potansiyele sahip olur.[2]
Max Weber, tabakalaşmanın yalnızca ekonomik eşitsizliklere değil, diğer statü ve güç farklılıklarına da dayandığını öne sürerek tarihsel materyalizmi eleştirilmiştir. Genel olarak maddi zenginlikle ilgili olan sosyal sınıf, onur, prestij, dini bağlılık vb. temelli statü sınıfından ayırt edilebilir. Kapitalizm koşulları ve sınıf sistemi, çeşitli "seçmeli yakınlıklar" nedeniyle bir araya gelmiştir.
Marksistler "uygar" toplumların tarihini, üretimi kontrol edenler ile toplumdaki mal veya hizmetleri üretenler arasındaki sınıflar savaşı açısından açıklarlar. Marksist kapitalizm görüşünde bu, kapitalistler (burjuvazi) ile ücretli işçiler (proletarya) arasındaki bir çatışmadır. Marksistler için sınıf karşıtlığı, toplumsal üretim üzerindeki kontrolün zorunlu olarak malları üreten sınıf üzerindeki kontrolü gerektirdiği durumundan kaynaklanır, kapitalizmde bu işçilerin burjuvazi tarafından sömürülmesidir.
Marx'ın kendisi, proletaryanın amacının, kapitalist sistemi sosyalizmle değiştirmek, sınıf sisteminin temelini oluşturan toplumsal ilişkileri değiştirmek ve daha sonra gelecekteki komünist bir topluma dönüşmek olduğunu savunmuştur: "...her birinin özgür gelişimi, herkesin özgür gelişiminin koşuludur." (Komünist Manifesto) Bu, kardan ziyade insan ihtiyaçlarının üretim için motive edici olacağı sınıfsız bir toplumun başlangıcına işaret edecektir. Demokratik kontrolün ve kullanım için üretimin olduğu bir toplumda ne sınıf ne devlet ne de paraya ihtiyaç olacaktır.
Marx'a göre sınıfın üç temel olgusu vardır:[3]
Bir sınıf, üretim araçlarıyla ortak bir ilişkiyi paylaşır. Yani, bir sınıftaki tüm insanlar geçimlerini toplumsal malları üreten şeylerin mülkiyeti açısından ortak bir şekilde sağlarlar. Bir sınıf şeylere sahip olabilir, toprağa sahip olabilir, insanlara sahip olabilir, sahiplenilebilir, emeğinden başka hiçbir şeye sahip olmayabilir. Bir sınıf vergi alır, tarım üretir, başkalarını köleleştirir ve çalıştırır, köleleştirilir ve çalışır ya da ücret karşılığında çalışır.
Üyeler mutlaka benzerliklerine ve ortak çıkarlarına dair bir algıya sahip olacaktır. Marx, bunu sınıf bilinci olarak adlandırmıştır. Sınıf bilinci sadece kişinin kendi sınıf çıkarının farkında olması değildir (örneğin, hissedar değerinin maksimizasyonu; ya da iş gününün minimize edilerek ücretin maksimizasyonu), sınıf bilinci aynı zamanda toplumun yasal, kültürel, sosyal ve politik olarak nasıl organize edilmesi gerektiğine dair derinlemesine paylaşılan görüşleri de içerir.
Sınıf, bir nesilden diğerine yeniden üretilen bir toplumsal ilişkiler bütünüdür.
İlk kriter, bir toplumu üretim araçlarının sahipleri ve sahibi olmayanlar olarak ikiye ayırır. Kapitalizmde bunlar kapitalist (burjuvazi) ve proletaryadır. Ancak daha ince ayrımlar da yapılabilir: kapitalizmdeki en önemli alt grup küçük burjuvazidir, kendi üretim araçlarına sahip olan ancak bunu başkalarını çalıştırmak yerine öncelikle kendileri üzerinde çalışarak kullanan kişilerdir. Bunlar arasında serbest meslek sahibi zanaatkarlar, küçük esnaflar ve birçok profesyonel yer alır. John Elster, Marx'ta çeşitli tarihsel dönemlere ait 15 sınıftan bahsedildiğini tespit etmiştir.[4]
Vladimir Lenin sınıfları, "tarihsel olarak belirlenmiş bir toplumsal üretim sisteminde işgal ettikleri yer, üretim araçlarıyla olan ilişkileri (çoğu duumda yasalarla sabitlenmiş ve formüle etmiş), emeğin toplumsal örgütlenmesindeki rolleri ve sonuç olarak toplumsal zenginlikten aldıkları payın boyutları ve bunu elde etme biçimleriyle birbirlerinden farklılaşan büyük insan grupları" olarak tanımlamıştır.[5]
Marksistler için toplumdaki en önemli dönüşüm, proletaryanın son iki yüz elli yılda muazzam ve hızlı bir şekilde büyümesi olmuştur. İngiltere ve Flandre'daki tarım ve ev tekstili işçilerinden başlayarak, giderek daha fazla meslek sadece ücret veya maaşla geçimini sağlamaktadır. Kendi hesabına çalışmaya yol açan özel üretim, otomasyon üretimi çok ucuz hale getirdiği için artık sanayi devrimi öncesinde olduğu kadar uygulanabilir değildir. Bir zamanlar kendi emek zamanlarını kontrol eden pek çok insan sanayileşme yoluyla proleterlere dönüştü. Bugün, doktorlar, akademisyenler ya da avukatlar gibi geçmişte maaşla ya da özel servetle geçinen gruplar artık giderek daha fazla ücretli işçi olarak çalışmaktadır. Marksistler bu süreci proleterleşme olarak adlandırmakta ve "birinci dünya"nın zengin ülkelerindeki mevcut toplumlarda proletaryanın en büyük sınıf olmasındaki başlıca etken olarak göstermektedirler.[6]
Marx, kapitalist toplumda nihai hoşnutsuzluk nedeniyle sosyalist topluma dönüşen devrimi öngörür. Emeğin toplumsallaşması, büyük ölçekli üretimin, kapitalist çıkar gruplarının ve örgütlerin büyümesi, finans kapitalin boyutlarındaki ve gücündeki muazzam artış, sosyalizmin kaçınılmaz gelişi için başlıca maddi temeli sağlar. Bu dönüşüm fiziksel, entelektüel ve ahlaki faili proletaryadır. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, kaçınılmaz olarak proletaryanın siyasi fethi hedefiyle siyasi bir mücadeleye dönüşür. Proletaryanın egemenliğiyle birlikte üretimin toplumsallaşması, üretim araçlarının toplumun malı haline gelmesine yol açmaktan başka bir şey yapamaz. Bu dönüşümün doğrudan sonuçları, emek üretkenliğinde düşüş, daha kısa iş günü ve küçük ölçekli birleşik üretimin yerini kolektif ve iyileştirilmiş çalışma koşullarının almasıdır. Kapitalizm, bir zamanlar sınıf çatışması bağıyla tutulan üretici ve mal sahibi arasındaki bağları sonsuza kadar koparır. Artık bilimin bilinçli bir şekilde uygulanması ve kolektif emeğin yoğunlaşması temelinde yeni bir birlik oluşturulacaktır.
Bu yeniden dağılım, ailelerdeki iktidar yapısını da genişletti. Marx, sosyalizmle birlikte kadınların statüsünün artacağını ve bunun da ataerkil ailenin parçalanmasına yol açacağını hayal etmiştir.
“Modern sanayi, toplumsal olarak örgütlenmiş üretim sürecinde, ev içi alanın dışında, kadınlara, gençlere ve her iki cinsiyetten çocuklara önemli bir rol vererek, daha yüksek bir aile biçimi ve cinsiyetler arasındaki ilişkiler için yeni bir ekonomik temel yaratır... Dahası, kolektif çalışma grubunun her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşması olgusunun, uygun koşullar altında zorunlu olarak insani gelişimin bir kaynağı haline gelmesi gerektiği açıktır; ancak kendiliğinden gelişmiş, vahşi, kapitalist biçiminde, emekçinin üretim süreci için değil, üretim sürecinin emekçi için var olduğu yerde, bu olgu yozlaşma ve köleliğin zararlı bir kaynağıdır. ” (Kapital, Cilt I, Bölüm 13).
Marksizm, nesnel faktörler (yani maddi koşullar, toplumsal yapı) ve öznel faktörler (yani sınıf üyelerinin bilinçli örgütlenmesi) arasında oldukça ağır bir şekilde tanımlanmış bir diyalektiğe sahiptir. Marksizmin çoğu biçimi insanların sınıfını nesnel faktörlere (sınıf yapısı) dayalı olarak analiz ederken, başlıca Marksist eğilimler işçi sınıfının tarihini anlamada öznel faktörlerden daha fazla yararlanmıştır. E. P. Thompson'ın The Making of the English Working Class adlı eseri bu "öznel" Marksist eğilimin kesin bir örneğidir. Thompson, İngiliz işçi sınıfını, ortak maddi koşullara sahip bir grup insanın toplumsal konumlarının olumlu bir özbilincine varması olarak analiz ede. Toplumsal sınıfın bu özelliği Marksizm'de yaygın olarak sınıf bilinci olarak adlandırılır ve bu kavram Georg Lukács'ın Tarih ve Sınıf Bilinci (1923) kitabıyla ün salmıştır. Bu, "kendinde sınıfın kendisi için sınıf" yönünde ilerlemesi, tarihsel sürecin basit bir kurbanı olmak yerine tarihi değiştiren kolektif bir fail olma süreci olarak görülür. Lukács'ın deyişiyle, proletarya "tarihin öznesi-nesnesiydi" ve ekonomik yasaları evrensel olarak şeyleştiren (oysa bunla yalnızca tarihsel kapitalizmin bir sonucudur) yanlış bilinci (burjuva bilincine içkin olan) ayırabilen bir ilk sınıftı.[7][8]
William I. Robinson, Leslie Sklair, Kees Van Der Pijl ve Jerry Harris gibi küreselleşme teorisyenleri, günümüzde ulusötesi bir kapitalist sınıfın ortaya çıktığını savunmaktadırlar.[9]
The classes are: "bureaucrats and theocrats in the Asiatic mode of production; freemen, slaves, plebeians, and patricians under slavery; lord, serf, guild master and journeyman under feudalism; industrial capitalists, financial capitalists, landlords, peasantry, petty bourgeoisie, and wage laborers under capitalism.