Stoacı fizik evrende işlemekte olan doğal süreçleri açıklamak üzere antik Yunan ve Roma Stoacı filozofları tarafından geliştirilmiş olan doğa felsefesidir. Stoacılar’a göre, evren, tek bir panteist tanrıdır, fakat aynı zamanda maddenin esasıdır (özüdür, özdeksel öz). Evrenin en ilkel varlığı, var olan her şeyin temeli olan ilahi “öz”dür (pneuma). Kuvvetin maddeden ayrılması ilahi ateşi (aether) üretir, tüm maddenin temeli olan ateş elementlere ayrılır ve evrenin ilahi varoluş nedenine (logos) göre işleyen "pneuma"nın (ilahi öz) neden olduğu gerilimler tarafından şekillendirilir. Bu süreçler; sonsuz bir döngü (palingenesis) içerisinde evrenin oluş, gelişim ve nihai olarak yok oluşundan sorumludurlar. İnsan ruhu, evreni ortaya çıkaran coşkun ilahi ateşten (aether) bir yayılımdır ve insan duyuları ruhun yönetici parçası olan insan zihninin özüyle etkileşim halindeki nesnelerden ilahi öz (pneuma) akışının aktarımıdır. Stoacılar, aynı zamanda diğer tanrıların ve ilahi öznelerin varlıklarını da kabul etmişlerdir.
Stoacı fizik, (a) materyalizm, (b) dinamizm ve (c) monism (tekçilik) ya da panteizm bağlamlarında tanımlanabilir.[1]
Plato zamanından beri felsefeciler adalet ya da bilgelik gibi ruhun soyut niteliklerinin bağımsız bir varlıklarının olup olmadığını sorgulamışlardır.[2] Özellikle, görünür ya da somut olmayanın var olduğu söylenebilir mi? Bu ikileme Stoacılar’ın cevabı; bilgelik, adalet, vb. dahil her şeyin maddesel olduğu yönündedir. Plato, varlığı, “eyleme geçme ya da eyleme geçirme gücü olan” şeklinde tanımlamıştır[3] ve Stoacılar için bu, tüm eylemlerin fiziksel bir temas ile başladığı ve her nedensellik biçiminin aynı zamanda etkin bir neden haline dönüşmesi anlamına gelmektedir ve bu da hareketin bir cisimden diğerine iletimi demektir. Sadece Cisim vardır. Dolayısıyla, Stoacılık tamamen materyalisttir; metafiziğe cevaplar fizikte aranacaktır; özellikle “şey”lerin nedenleri sorununda Formlar Platonik Teorisi ve Peripatetik "kurucu formu" çözüm olarak ortaya konmuştur.
Materyalizm, aynı zamanda bir Epikürcü doktrinidir. Stoacı sistemle ayırt edici farklılığı, cismin esas niteliği olarak “gerilim” fikridir. Epikürcüler, maddenin biçim ve hareketini ilkel atomların tesadüfi hareketlerine bağlarlar. Bununla beraber, Stoacılar’a göre hiçbir şey açıklaması olmadan var olmaz; doğada her şeyin bir nedeni (logos) vardır. Var olan her şeyde etkin ve edilgen olmak üzere iki prensip bulunur: Var olan her şey eyleme geçme ya da eyleme geçirme yeteneğine sahiptir. Edilgin prensipte bir “şey” harekete ya da değişime meyillidir; madde “öz”ü (ousia) belirler. Etkin prensip maddeyi karakterize eder ve maddeye nitelik kazandırır. Olan her şey için bir neden vardır ve bir cismin sadece diğer bir cisim nedeniyle hareket etmesi gibi, hareketin nedeni de etki ettiği madde gibi fizikseldir. Etkin prensip ya da “kuvvet” her yerde “madde” ile birlikte, iç içe ve boşluğu (uzayı) birlikte kaplayarak ve doldurarak var olur. Bir “şey”, bir zamanlar Plato’nun düşündüğü gibi, soyut ısı, sertlik ya da parlaklıkta yer almakla artık sıcak, katı ya da parlak değildir, fakat kendi özü içerisinde bulunmakla bu niteliklerin materyali çeşitli gerilim derecelerindeki hava akımları (pneuma) gibi düşünülürler. Erdemler de eylemler gibi maddidir. Stoacı nitelik, Aristo'nun temel biçimine karşılık gelir; iki sistemde de etkin prensip olan "her şeyin bir nedeni vardır" prensibi herhangi bir şeyin varlığını açıklar, ancak Stoacı sistemde prensip maddenin kendisidir.
Etkin ve edilgen prensipler arasındaki ilişkiye gelince, gerçek bir fark yoktur. Etkin neden daima maddi bir akımdır ve bu nedenle de en ince ve en belirsiz olmasına karşın maddedir. Aristo'nun teknik terimi olan "biçim" (ethos) Stoacılar tarafından hiç kullanılmamış, onun yerine Us veya Tanrı kullanılmıştır. Stoacılar maddenin iki ana özelliğini tam bir kesinlikle ortaya koymuşlardır: her ikisi de kuvvet kavramına giden üç boyutta varoluş ve direnç. Doğru; zaman, uzay ve boşluk gibi gerçek olmayan ve harice karşılık gelen belirli kavrayış ya da düşünce oluşumları vardır, ancak bunların her biri bir şey olarak adlandırılsa da var oldukları söylenemez.
Bir Stoacı için Dünya-Ruhu, Kader, Mukadderat ve Tohumsal Neden sadece eş anlamlı sözcükler değildir, onlar için bu sözcükler Tanrının farklı görünüşlerini veya Tanrının şeylerle farklı ilişkilerini ifade eder, fakat doğanın farklı kuvvetlerine temel teşkil eden farklı özler bulunmaz. Pneuma ne artar ne de azalır; fakat onun işleyiş modları, onun farklı akışları pek çok belirgin özelliğin kanıtı olarak ayırt edilebilir ve tek tek sayılabilir.
Stoacıların pneuma'sı evrenden önce var olan ilkel özdür. O, belirli şeylerin ebedi ön koşuludur; tüm varoluşun toplamıdır; onun dışında bütün görünen evren işlemektedir ve nihai olarak onunla tükenecektir. O, evrensel düzeni (kozmos) geliştiren ve ona şekil veren yaratıcı güçtür (Tanrı). Tanrı var olan her şeydir. Stoacı fizikte evren, ilahi bir zanaatkar-ateş tarafından şekillendirilir.
Orijinal durumda pneuma-Tanrı ve evren mutlak olarak özdeştir; fakat o zaman bile maddenin esas niteliği olan gerilim iş başındadır. İlkel pneuma'da en fazla ısı ve gerilim bulunur, içinde bir basınç, bir genişleyici ve dağıtıcı eğilim vardır. Pneuma bu yoğun basınca çok fazla dayanamaz. İleriye ve geriye doğru hareket bir defa oluştuğunda ateşli buharın parlayan kütlesini soğutur ve gerilimi zayıflatır. Böylelikle ilkel özün ilk ayrışması, kuvvetin maddeden ayrılması, dünyanın Tanrıdan yayılması meydana gelir. Pneuma'da uyuyan Tohumsal Logos, şimdi yaratıcı görevine ilerlemektedir. İlkel öz, Heraklitus'un ateşi değildir, fakat daha çok ateşli bir nefes ya da aether, bir ruhanileştirilmiş elementtir. Dönüşümün döngüsü ve ardışık yoğuşum evrenin yaşamını oluşturur. Evren ve evrenin tüm parçaları, Heraklitus’un aşağı ve yukarı gelişim olarak tanımladığı ilkel varlığın değişiminde sadece farklı cisimleşmeler ve aşamalardır.[4] Önce bildiğimiz yakan ve tahrip eden temel ateşe; ve bu tekrar hava ya da hava buharına dönüşür; bir sonraki adımda suyu ve havanın katılaşmasıyla toprağı üretir. Her aşamada gerilimin derecesi azalır ve nihai element giderek daha fazla “inert” (asal) maddeye yaklaşır. Fakat bir elementin tamamen diğerine dönüşemeyeceği gibi (örneğin sadece havanın bir parçası su ya da toprağa tamamen dönüşür) pnuma’nın kendisi de elementlere tamamen dönüşmez. Orijinal saflıkta gerilimiyle birlikte kalan, artık görünen gökyüzünün en yüksek katmanındaki dünyayı çevreleyen havadır. Kendisi yaşayan bir şey ya da varlık olan bir madde düzenli evrende elementlerden tekil şeyin çokluğuna dönüşür, onu kaplayan ve her yerde yaşamını iyileştiren ve onu büyüten pneuma onun ruhudur. Fakat bu farklılaşma süreci sonsuz değildir; sadece tüm şeylerin restorasyonu zamanına kadar devam eder. Gelişen bir dünya, zamanı geldiğinde çürüyecektir. Azalan gerilim tekrar artacak; şeyler giderek elementlere ve elementler esas maddeye (öze) çözünecekler, dünya bir kez daha Tanrı’da soğrulduğu zaman genel bir yangın afetinde (ekpyrôsis) mükemmel şekilde tamamlanacaklardır. Sonra, sırasıyla öncekini yeniden üreterek evrenin yeni bir döngüsü başlar ve bu şekilde sonsuza kadar devam eder.
Heraklitus’un Stoacılık üzerine etkisi tartışmalıdır, fakat Cleanthes, Aristo ve Sphaerus gibi en eski Stoacıların tümü Heraklitus’un Zeno ismi altında ortak bir çalışmada toplanan yazıları üzerine yorumlar yazmışlardır.[5] Heraklitus’da sabit akım, Chrysippus tarafından fiziğin basit bir ifadesi olarak ortaya konulduğu gibi, materyal elementlerinin karşılıklı değişimiyle değişen metafizik bir kavramdır. Heraklitus, dört element doktrinine gerilimin farklı dereceleri olarak; “ateş” ve “hava” kavrayışlarına belirli olanın “biçimi” olarak ya da dünyayı üretmek ve korumak için yöntemsel bir plana göre işleyen ateşin düzenlenme organizasyonuna analoji (benzetim) yapmaz. Yine, evrensel iç içe geçmeye ilişkin özgün Stoacı doktrinde de bir analojisi yoktur.
Stoacılık’ta belirli bir şeyin her karakter ve özelliği pneuma akımının içindeki gerilim tarafından belirlenir ve pneuma, her şeyde mevcut olduğu halde, kalite ve yoğunlukta belirsiz şekilde çeşitlenir. Elastikiyet ve yaşam kalıntılarının izinin olmadığı inorganik cisimlere nüfuz eden pneuma öyle yoğun ve iridir ki onlara hareket gücünü bile sağlayamaz; tüm yapabileceği onları bir arada tutmaktır ve pneuma taş ya da metalde “tutma prensibi” şeklinde bulunur. Bitkilerde tamamen saf bir şey olarak ortaya çıkar ve daha büyük bir gerilime sahip olmakla “doğa” ya da gelişmenin prensibi olarak adlandırılır. İrrasyonel hayvanlar ile tanrı ya da insan gibi rasyonel olanlar arasında, bu farklılık ya da gelişim için bir ihtiyat payı bırakılarak, ayrım yapılır. Eski otoriteler, hayvanlar için bir yaşam prensibini kabul ederler, fakat bir ruhları olduğunu reddederler. Sonraları hayvanlar krallığında tek bir ruhu kabul etmek üzere Stoacı bir yaklaşım ortaya çıkar, ancak bu rasyonel bir ruh değildir. Pneuma’nın evrensel varlığı gözlemler tarafından da onaylanmıştır. Organik varlıkların yaşam ısısına benzer belirli bir sıcaklık inorganik doğada da bulunabilir: topraktan buhar çıkışı, sıcak pınarlar, çakmak taşından kıvılcım henüz tamamen gevşeyip soğumayan pneuma’nın son kalıntılarının kanıtlarıdır. Gazlı cisimlerin hızı ve genişlemesi, hortumlar ve şişen balonlar da bunun örnekleridir.
Logos hızlı ve güçlüdür ve iki yüzlü kılıçtan daha keskindir. Cleanthes, gerilimin kendisini sert bir darbe şeklinde tarif eder; Hymn to Zeus çalışmasında yıldırım ilahi faaliyetin sembolüdür. Genişleme ve direnç gibi cismin temel niteliklerine gelince; genişleme uzaklıktan ortaya çıkar, fakat uzaklıklar ya da boyutlar düz çizgilerdir, yani en büyük gerilimin çizgileridir. Gerilim genişlemeyi ya da uzaklıkta artışı üretir. Direnç, yine, kohezyon tarafından açıklanır ve bağlayıcı kuvvetini işaret eder. Yine, esas madde iki yönde düz çizgi halinde harekete sahiptir: arkaya doğru ve öne doğru; kohezyon ve maddeyi üreten yoğunlaşma ile yayılma ve kalitenin nedeni olan genişleme.
İnsan ya da tanrı gibi rasyonel yaratıklarda pneuma, en saf aether’in primer maddesi ve göksel ateşten bir kıvılcım ya da daha doğrusu kuruluktan çok yaşam sıcaklığıyla nitelenebilecek ateşli bir nefes olan dünya-ruh’dan yayılan yüksek dereceli saflık ve yoğunluk olarak görülmektedir.
Ruh cismanidir, tersi durumda gerçek bir varlığa sahip olamazdı, üç boyutta genişleyemezdi (ve bu nedenle tüm cisim boyunca düzenli yayılım gösterir), cismi bütün halinde tutması mümkün olamazdı; burada ruhun atomlarını çevreleyen ve barındıranın cisim olduğunu ileri süren Epikürcü görüşle keskin bir farklılık bulunmaktadır. Bu cismani ruh; us, zihin ve yöneten prensiptir; ilahi orijininde Cleanthes Zeus’a “Biz de senin yavrularınız” diyebilmiştir ve Seneca eğer insan ve Tanrı tam bir eşitlikte değilse mükemmellik daha çok bizim tarafta kalır diyerek sakince ısrarcı olmuştur.[6] Dünya için Tanrı neyse, insan için ruh odur. Kozmos, farklı türleri pneuma’daki yoğunlaşmanın farklı aşamalarına işaret eden tek bir bütündür. Böylece, insan ruhu da farklı işlevleri gerilimin dereceleri tarafından belirlenen mutlak bir basitliğe sahip olmalıdır. Böylece, önceki düşünürlerin tasavvur ettikleri gibi ruhun “parçaları” konusuna geliriz; burada soru işareti yoktur: tüm tutarlı biçimde muhafaza edilenler vücudun merkezi olan “kalp”dendir, farklı hava akımları birinin ruhunun farklı faaliyet modlarına sahip olan çeşitli organlarına boşalır.
Bu noktada, psikoloji, Stoacı bilgi kuramıyla yakından ilintilidir. Ruhun birliğinden hareket ederek; duygu, rıza, dürtü gibi tüm zihinsel süreçlerin yöneten parçası olan “us”dan gelişir; tek başına bir rasyonel ruhun duyguları bulunur, yargılara rıza gösterir, düşündüğü ya da akıl yürüttüğü kadar arzu nesnelerine doğru yöneltilir. Tüm bu güçler bir defada tam olgunluğa ulaşır. İlk seferde ruhun içi boştur; embriyo halindeyken bir bitkinin beslenme düzeninin ötesinde gelişmemiştir; doğumda “yönetici parça” boş bir tablettir, yazılanları aldıkça hazır olacaktır. Bu, tüm kalıtsal fikir imkanlarını ya da sezgisel “us”a benzer herhangi bir yeteneği dışlar. Tüm bilgimizin kaynağı duyu materyallerini manipüle eden deneyim ve tutarsız düşüncedir. Fikirlerimiz depolanmış duygulardan kopya edilmiştir.
Gerilimde azalmanın evrenin bozulmasına (ayrışmasına) neden olması gibi, aynı şekilde vücuttaki gerilimde bir azalma da uykuya, çürümeye ve insan vücudunun ölümüne neden olur. Ölümden sonar vücutsuz kalan ruh, evrende kendi doğasına benzeyen bir bölüme bağlanarak sadece kendi ayrı varlığını muhafaza edebilir, ancak sadece sınırlı bir zaman süresince. Cleanthes’in düşündüğü gibi tüm ruhların mı ya da Chrysippus’un görüşü gibi yalnızca bilge ve iyi ruhların mı yaşamaya devam edeceği konusu tartışmalıdır; her durumda tekil ruhlar, önünde sonunda içinden çıktıkları evrenin ruhuyla karışıp birleşeceklerdir.
Evrenin ruhunun Tanrıyla ilişkisi oldukça kesindir: bu, tabiatında olan bir özelliktir, faaliyetlerinin bir şeklidir, evrene nüfuz eden ateşli aether’den bir sızıntıdır.
Stoacılar, algıyı, nesnenin fark edilen niteliğinin duyu organı vasıtasıyla algılayanın zihnine aktarımı olarak tanımlarlar. Aktarılan nitelik, “düşünen şey” olan ruhun cismani yüzeyi üzerinde bir karışıklık ya da izlenim olarak görünür. Görüş örneğinde; konik bir ışın kalemi göz bebeğinden uzaklaşır, öyle ki görülecek nesneyi kapsar. Hava akımıyla duyu organından (burada göz) zihne (yani ruhun “yönetici parçasına”) bir sunum iletilir. Sunum, nesnenin varlığını doğrulaması yanında, nesnenin renk ya da boyut gibi bilgilerini de verir. Zeno ve Cleanthes bu sunumu bal mumu üzerindeki mühür izlenimiyle karşılaştırırken, Chrysippus daha belirsiz olarak zihnin saklı bir modifikasyonu ya da modu olarak tespit eder. Fakat zihin, sadece dışarıdan pasif bir izlenim alıcısı değildir. Duyular, duyu organından gelen akıma karşı gerilimdeki farklılıklara göre tepki gösterir; ve bu duyu sunumundan ayırt edilemeyene zihnin onayı ya da itirazıdır. Deneyimin muhtevası hep doğru ve geçerli değildir: halüsinasyon mümkündür; burada Stoacılar Epikürcüler ile aynı fikirdedirler. Bu nedenle, rızanın gelişigüzel gösterilmemesi muhtemeldir; bir gerçek ölçütü (kriteri) ve onun vasıtasıyla “us”un sadece makul olanı tanıdığı ve doğruyu sıkıca tuttuğu özel bir formel test belirlenmelidir.
Erken Stoacılar “us”u gerçeğin standardı yaptılar.[7] Bu nedenle, eylemimizi düzenleyen kurallar bildiğimiz nihai kriterlerdir, anlaşılan pratik bilgi fevkalade önemli olacaktır. Fakat bu kriterler, (1) “us”un duyulardan türemediği, ancak onlara bağlı olduğu ve (2) “us”un sözlerinde tutarlılık eksikliği bulunduğu konularını açıklayan Epikürciler ve Akademikler’in sürekli hücumlarına maruz kaldı. Chrysippus, bu nedenle, Logos için yeni duyu standartları ve genel kavrayışlar getirdi ve kendisinden öncekilerin pozisyonlarını daha net tanımlayarak muhafaza etti. Us için tüm insanların hemfikir olduğu genel kavrayışlar tutarlıdır. Ne de duyu terimi yeterince kesindir. Chrysippus, gerçek sunumların belirli karakteristiklerini tanımladı; duyu organı ve zihin sağlıklı olmak ve harici nesne gerçekten görülür ve duyulur olmak koşullarıyla, sunum, açık seçikliği sayesinde daima verme ya da vermeme gücümüzün altında yatan rızayı zorla alma gücüne sahiptir.
“Us”un işleyişi, inorganik vücudun parçalarını bir arada tutan ve ayrılmalarına direnç gösteren kuvvete asimile olur. Evrenin düzeninde, genişletilmiş mobil cisimlerden ve bu cisimlerdeki gerilim kuvvetlerinden başka bir şey yoktur. Dolayısıyla, bilgi düzeninde de duyulardan ve gerilimini muhafaza eden ve duyularla fikirleri düzgün sırada birbirine bağlayan “us” kuvvetlerinden başka bir şey yoktur. Zeno, uzatılmış düz ve açık bir ele karşı duyuları karşılaştırdı; rıza göstermenin işareti eğilmiş parmaklar ya da “basit korku” işareti sıkılmış yumruk nesnenin zihinsel olarak kavranmasıydı; öte yandan bilgi ise sıkılmış yumruktu.[8] İllüstrasyon, hem çeşitli entelektüel faaliyetler temel birliği üzerine tuttuğu ışık için hem de Stoacı doktrini bir kez daha farklı bilgi derecelerinin farklı gerilim dereceleri olduğu fikri konusunda güçlendirdiği için değerlidir. Plütark’ın işaret ettiği gibi; iyi ve kötü, erdem ve ahlaksızlık, bunların tümünün algılanma kapasiteleri vardır; duyu, tüm zihinsel faaliyetler için bu ortak temel ruhun özü olan ruhani penuma’nın gerilimi fark edeceği ve ölçebileceği bir dokunma çeşididir.
Stoacılar’a göre Tanrı, her yerde yöneten ve sürdürendir ve aynı zamanda evrenin yasasıdır. Zeno, kült görüntülerin, mabetlerin, tapınakların, kurbanların, ibadet edenlerin ve tapınanların boşuna olduğunu ifade eder. Gerçekten kabul edilebilir ibadetin erdemli ve dindar bir zihne referans olabileceğini öğretir. Bununla beraber, Stoacılar, çoktanrıcılıktaki gerçeği savunmaya çabaladılar. Sadece ilkel madde tek yüce varlık olan Tanrı değildi, ama tanrısallık, Plato’nun yaratılmış tanrıları gibi, rasyonel varlıkların doğa kuvvetleri hatta tanrılaşmış insan karşısında en yücesi olan tezahürlere –kutsal cisimlere de- atfedilebilirdi ve böylelikle dünya ilahi nitelikte insanlarla doldurulmuş olurdu.
Kehanet pratiği ve kahinlere danışma Tanrı ve insan arasındaki bir iletişim yolu olarak kullanıldı; kehanetin Yunan inanç dünyasının temel bir unsuru olduğu düşünüldüğünde, bu bir popüler inanç ayrıcalığıydı. Chrysippus, kendisine ait olan katı nedensellik rasyonel doktrini ile batıl olanı uzlaştırmak için elinden geleni yaptı. Kehanet ve mucizeleri belirli olguların doğal belirtileri olarak izah etti. Ona göre; kader yolunun sayısız belirtileri vardır, çoğunlukla gözlenememiştir, sadece az sayıda kısmı insanlık için bilinir olmuştur. Tüm olaylar önceden takdir edildiği için kehanetin gereksiz olduğunu ileri sürenlere, Chrysippus, hem kehanet hem de uyarılar altındaki davranışlarımızın nedensellik zincirine dahil edildiği cevabını verir.